1.03 - manchester's elite
birbirimizin kollarında büyüdüğümüz için, nora ve benim paylaştığımız bir sürü tutku vardı. bu tutkulardan en garibi de profesyonel güreş denilen oluşumdu herhalde.
profesyonel güreş: erkekler için pembe dizi de derler. fakat size şu kadarını söyleyeyim:
bizim 'dizimiz' pembe olmaktan çok uzaktı.
her şey aslında nora'nın bu hobiyi sürdürmek istemesi ve beni de yanında sürüklemesiyle başladı. arthur saturday'in bir arkadaşının bir arkadaşının sahip olduğu 'manchester's elite wrestling' denilen küçük çaplı bağımsız şirkette hobi olarak güreşmeye başladık.
daha doğrusu, nora güreşti ve ona kıyasla benim yaptıklarım sadece ucuz bir taklitti.
bana şu gün bile favori güreşçimin kim olduğunu sorsanız size kendimin olduğunu söylerim ama beynimin derinliklerinde, yaşadığımız şeyler onu bu işin dışına itmeseydi nora'nın tarihin en iyi güreşçisi olacağına şüphem yok.
ilk başta şirkette 'kadın divizyonunun' yokluğu nedeniyle nora'nın güreştirilmesine karşı çıkılsa da yaptığı ilk antrenmanda en az 3 farklı erkek güreşçiyi yere serince karar verildi.
o güçlüydü, o atletikti, o zekiydi. benim olmadığım üç şey. ama bu onun umrunda değildi. hayatında yanında istediği tek partnerin ben olduğumu söylemişti ve beni de yanına alıp yaşadığımız yerin adı ve ev numaramızla adlandırdığımız 'pearl street 118' takımını kurduk.
ben karşımdakine akıl oyunları onyardım, arada bir bundan faydalanıp bir kaç hamle yapardım ama maçlarımız hep benim nora'yı oyuna sokmamla ve onun işi bitirmesiyle sonuçlanırdı.
kazandığımız takım kemerleri bile onun yıldızını bir kalıba koyamadı. o daha da taştı ve lanet olası şirketin ana kemerini bile ele geçirmeyi başardı.
bu sırada ben ise hayatımın en kötü dönemlerine doğru kayıp gidiyordum. geleceğim için olumlu olacak her şeyi mahvediyordum. nora ise her zaman beni bir kenara çekip benim ne kadar değerli olduğumu söyleyip duruyordu, bu sözler benim için dünyay bedeldi fakat hiç bir şekilde durumuma yardımcı olmuyordu. kendimi avutup duruyordum ve bütün bunlar yaşanırken kız kardeşim, en iyi arkadaşım, koruyucu meleğim dünyanın en tepesindeydi.
bunu hiç bir zaman ona karşı tutmadım aslında. onun gidebildiği kadar ileri gitmesi beni mutlu ediyordu. beni mutlu etmeyen şey ise benim ileri gitmeyi bırakın, iyice geri gitmemdi.
bunu düzeltmenin ilk yolunun tavrımı değiştirmekte yattığını düşündüm. bir süre ortalıkta görünmedim, uykusuz geceler geçirdim, sadece kendi duygularımla baş başaydım ve o duyguların hiç biri bana kibar davranmamıştı.
dağınık saçımla, bakımsız kirli sakalımla ve yeni siyah kıyafetlerimle ringlere bir gün geri döndüm ve nora saturday'e bir maç teklif ettim. bunu yaptığıma inanamamıştı. fakat bunu kabul etti. nedenini ben de anlayamamıştım zamanında ama etti işte ve o maçta olanları düşününce neden ettiği gayet belliydi.
maç boyu nora, nora gibi güreşmiyordu. adeta bana acıyordu. başkalarına yaptığı şeyleri bana yapamıyordu.
ne oldu biliyor musunuz?
kazandım.
lanet olsun. kazandım.
o zamanki ruh sağlığımla bunun %100 geçerli bir galibiyet olduğunu düşündüm.
galibiyetini kutlarken arkasında duran nora'nın gülümsediğini göremiyordum.
göremediğim başka şey ise arka alana döndüğümde kafama yediğim ve beni bayıltan sert bir darbeydi.